entry'ler (27)

19 mayıs atatürk ü anma gençlik ve spor bayramı

''tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar ya bir insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir'' demiş tolstoy.

işte mustafa kemal atatürk o muhteşem hikayeyi, ülkenin varlık davasını, bir 19 mayıs günü samsun'a adım atarak başlatmış. kurumaya yüz tutmuş ideolojilerin hüküm sürdüğü şu günümüzde, ''tüm ümidim gençliktedir'' diyen atamıza ve bize bıraktığı milli değerlere sahip çıkalım.

tarih senin gibisini bir daha yazmayacak, bu yüzden de asla silinmeyeceksin ne tarih satırından ne kalbimizden. bıraktığın izler zamandan ve mekandan bağımsız olarak yaşamaya devam edecek.

seni unutturmaya çalışanlar oldukça, biz daha çok bağlandık sana.

unutmayacağız!!
unutmayacağız!!
unutturmayacağız!!
bayramımız kutlu olsun.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

bizim toplumumuz aydınından cahiline kadar kötülük, nefret ve hınç dolu insanlardan oluşuyor bu kabul edilmeli. insanlar sanki üzerlerindeki stresi atmak adına gereksiz bir sebep arıyorlar da buldukları en küçük detayda saldırıya geçiyorlar gibi değiller mi?

3 mayıs dünya türkçülük günü

boş beleş insanların ağzına almamaları gereken, temeli ahlak ve çalışkanlık olan, olması elzem olan şuurun günüdür. 3 mayıs bir avuç gencin yabancı ideolojilere baş kaldırdığı gündür.
suavilerin, gökalpların, yurdakulların ve tabii atsızların hatıraları ve yıpranmaz kişiliklerinden mülhem, bu şuuru her alanda yükseltmeye, yüksek bir medeni topluluk olan türklüğü ahlaka, erdeme ve çalışkanlığa sevk etmeye her alanda devam etmenin fitilinin her sene yandığı gündür, benim için.
''türkçülüğün en büyük düşmanı, ahlaksıztır.''
kutlu olsun.

23 nisan ulusal egemenlik ve çocuk bayramı

bu 23 nisan'ı da evlerimizde geçiriyoruz. ülkemiz kötü bir süreçten geçmesine rağmen 23 nisan gibi milli bayramlarımızda mutlu oluyorum. çünkü Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptıklarını ve rezalet durumdaki bir imparatorluğu nasıl harika bir ülkeye çevirdiğini görüyorum. (ama şu anki durumu görünce gerçekten çok üzülüyorum) dünyada KADINLARA ilk SEÇME ve SEÇiLME hakkı veren, dünyada ÇOCUKLAR ile ilgili bir bayram oluşturan, sürekli öğrenen ve sürekli öğreten bir insanın eseridir bu bayram. direndiği savaşlar, zorlukların hiçbirini görmeyip nasıl pes etmeden çalıştığının eseridir bu bayram. buradan Mustafa Kemal Atatürk'e bize bu güzellikleri miras bıraktığı için, Ali Rıza Bey'e oğlunun içindeki cevheri görüp onu değerlendirmek istediği için, Zübeyde Hanım'a da oğlunu dini bir okulda okutmak istediği ama oğlunun askeri bir okulda eğitim görmek istediği için onu askeri bir okula yazdırdığı ve oğlu(daha doğrusu çocuklarını) yetiştirdiği için çok teşekkür ediyorum.
nice 23 nisan'lara.

kimileri Atamızdan armağan bu ve diğer bayramları güya yasaklayarak üzerine beton döktüğünü sanıyor ama gerçekte olan sadece basit bir toz tabakası. üfleriz, uçar gider. yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa!

128 milyar dolar nerede

yazması çok kolay, "128 milyar dolar!!"

türk lirasına çevirip fiziki olarak taşımak istense yaklaşık 225 adet tır gerekir. öyle büyük bir meblağdır. bu ülke vatandaşlarının her birinin hayalleri ve umutlarını 225 tıra doldurup ortadan yok etmek gibidir. bu parayı yiyen de yenilmesine göz yuman ses çıkarmayan da benim gözümde aynıdır..

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

kefenin cebi olmadığını ne zaman idrak edecek bazı insanlar.
tok açın halinden ne zaman anlayacak.
ne zaman evine ekmek götüren babanın yüzü gülecek.
"samimiyet öyle bir dildir ki kör de görür, sağır da duyar" demiş cemil meriç
ne zaman etrafımızı bu samimiyet saracak... iyi geceler diliyorum sözlük....

türk kızının kendini prenses sanma sorunu

türk erkekleri gibi "aslanım, paşam, kadın ne ki paşamın elinin kiri, hadi göster amcana" diye büyütülmeyip; üstüne çükünden minik et parçası kesildi diye düğünler yapılıp; kurbanlar kesilmediğinden ,türk erkeklerinin kendilerini "aslan sanmalarıyla" bizim kızların kendilerini "prenses sanması" ne kadar yarışabilir varın siz düşünün...!

ruh eşini bulamamak

bulup kaybetmezsen muazzam. ama gidince oluşan boşluğun tarifi yok.
sonra ne mi oluyor ?
leyla ile mecnun dizisinde, mecnun’un leyla’nın öldüğüne inanamayıp çaresizce rüyadan uyanmaya çalıştığı sahne tekrarlanıyor sürekli beyninizde. keşke her şey rüya olsa be!

"belki de eşsiz bi ruha sahipsinizdir.. "

güvensiz kalbinizi kime borçlusunuz

yürüdüğüm, bazenleri de koştuğum bir yolum vardı.
hayatım.
sonra o yolda takılıp düştüm . “olsun, olur hayatta böyle şeyler. biz zaten savaşmak için gelmedik mi buraya ?” dedim.
ama unutmuşum bir noktayı. yaralanmışım.
takılıp düştüğüm yerde benden bir parça kopmuş. göremiyorum, bulamıyorum. ayağa kalkamıyorum.
ayağa kalkmam için ona ihtiyacım var sanırım, ama ne düşürdüğümü bile bilmeden öylece bekliyorum.
gözlerim düştüğüm yerin etrafında arıyor eksik parçamı. ama bulamıyorum.
hâlâ daha yerdeyim. sürüne sürüne bekliyorum bulabilmeyi.
kendimi.

yoldan geçen biri de yok.
“olsaydı belki elimi tutup kaldırırdı.” diyorum içimden. ama yok, geçmiyor kimse.
anlıyorum o an, ben bu yolda tek başıma yürüyormuşum.
kimsesiz.
düştüğüm yerden gökyüzüne çeviriyorum bakışlarımı. yavaşça ilerleyen bulutların arkasındaki güneşin yolunu gözlüyorum.
ama saklanmış bulutların ardına, çıkmıyor.
yere düşürdüğüm eksik parçamı almadan kalkıyorum ayağa zor da olsa en sonunda.
canım yana yana.

zaman akıp geçmiş.
şimdi de etraf karanlık, yolda önümü göremiyorum.
gece örtmüş yolun üstünü.
aydınlıkken açmasını beklediğim güneş, terk ediyor beni.
sonra yine düşüyorum.
gerisi mi ? ümitsizlik.

ağlıyorum. ayın aydınlığı ilişiyor gökyüzünden gözlerime.
hafiften ışığı vuruyor önüme doğru.
sanki yol gösteriyor ama emin olamıyorum şimdi de. öylece bakıyorum aydınlattığı yere doğru. düşünüyorum.
ya güneş gibi terk edip giderse beni ?
korkuyorum bu sefer. kalkmıyorum.

biraz güvene ihtiyacım var.
evet evet.
yere düştüğümde benden kopup yere düşen ve kaybolan, bulamadığım eksik parçamın ne olduğunu o an fark ediyorum.
güven.
ama hâlâ ortalıkta, yok.
güveni bulamıyorum.
etrafta kimse yok. yalnızım.
“yok mu kimse ?” diyorum. önümdeki ay ışığının hâlâ ısrarla aydınlattığı yola doğru.
sessizlik cevap veriyor, “yok, kimse yok. yalnızsın.” diyor bana.
sonra ben susuyorum. susuyorum da gözyaşlarım konuşuyor bu sefer.
hıçkırıklarım katılıyor ara sıra.

ben artık kalkamam buradan, yürüyemem bu yolu.
“hayatıma devam edemem” deyip öldürmek istiyorum kendimi.
“ölsem benim için üzülecek kimse yok.” diyorum.
“üzülseler de unutulacağım.” diyorum.
ve unutulmayı tercih edip, kendimi öldürmeye yelteniyorum.
bir gün olurda kalkarsam beni düşürdükleri yerden,
arkama bakmadan yürüyemem ki.

sonra yine arkama bakayım derken düşerim belki.
yine.

istiklal marşının laikliğe ters olması

yıllarca akıl hocaları tarafından eğitilirken laikliği dinsizlik, laik kesimi dinsiz kesim olarak bellemiş (dinsiz olsa kime ne o ayrı tartışma konusu) kişiler tarafından ortaya atılmış safsata.

laik kesimin ne ezanla, ne dinle, ne şehadetle sıkıntısı olmadığını, laik kesimin sıkıntısının bunları ticaret malzemesi yapan din tüccarlarıyla olduğunu hala anlayamamış kafaların üretimidir.

he evet çoh ayhırı.

o değil de ne güzel bir şiirdir o. o şiiri onaylayanlardan biri de mustafa kemal atatürk'tür yahu. laiklik ilkesini benimseyen ve benimseten atatürk yani. komik misiniz siz?

atatürk ün yendiği hükümetler

babanızın ve annenizin kim olduğu beni ilgilendirmez. inançlarıma göre herhangi bir yerde doğup, herhangi bir yerde ölebilirsiniz. mustafa kemal atatürk sadece bu ülkeyi bazı pezevenklerin elinden kurtardı. "tek başına mı yaptı sanki ?" diyen gavatları duyar gibiyim. bir inşaat şirketinin ceo'su olmak, gidip inşaatta harç yoğurmakla bağlantılı bir konu değildir. yapılan başarılı bir inşaatta hemen kıçınız kalkar. sabaha kadar örnek verebilirim de, anlayabilene bu örneğim çok zaten.

gel gelelim o günlerdeki kültür seviyemize. kardeşim ben arapça yazmak istemezdim şahsen. o mantaliteyi ana amaç edinmiş birisi olmak, hiç istemezdim. yaptığı bu devrimi kökünden destekliyorum paşamın.

halk öyle bir halk ki, saldırmaktan, savunmaktan ve açlıktan bezmiş bir halk. elbette kurulan meclis seçecekti ata'mı. teknolojinin bu kadar üst seviye olmamasının sebepleri de var altında tabi. fikirleriyle, azmiyle, mücadelesiyle bir halkın geleceğini kurtarmış adamı seçmeyeceklerdide, senin yobaz dedeni mi seçeceklerdi ? ne olacaktı yani ?..

sözlük yazarlarının sınıf başkanlığı anısı

birinci sınıftan beşinci sınıfa kadar her dönem başkanlık yaptım seçimlerden sonra lolipop alıp bana oy veren vermeyen herkese dağıtırdım. diğer adaylar trip yapıp almadığında hemen tatlı dille arayı düzeltirdim. çocuk aklıyla büyüklerden doğru davranabilmişim.
ama ne olduysa oldu ve 5. sınıfın 2. döneminden sonra hiç başkan olamadım. anlamalıydım lolipoptan gönüllerinin geçtiğini. keşke makarna, kömür falan verseymişim.

sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

kırık düşler ülkesi gibiyiz.

hayallerinin sonu güzel olmayacak korkusuyla hayal etmekten imtina edenler.
bir parça ekmek, iki üç dilim peynir bulmak ve hayatta kalabilmek için; tüm kapıları çalıp, hastalıklarla dost akraba olanlar.
sevilmekten deliler gibi korkup, sevilmek için geceler boyu dua edenler.
güneşli vakitleri uykuda geçirip, gecelere efkar biriktirenler.

herkes biraz yorgun.
herkes biraz nefret dolu.
herkes biraz çocuk.
herkes biraz sevgili.

kimse hayatının güzel olabileceğine ihtimal vermek istemiyor. ağlamak en kolay kaçış noktası.
umut ihtiyacı ile su ihtiyacı yarışır düzeyde. susuz yaşayıp, umudun ışığında yaşamak isteyen milyonlar var.
güzel olan hiçbir şeye tahammül kalmamış. kirletmek en büyük hobimiz.
ölmek isteyip, ölmeye vakti olmayan insanlarız artık. yaşamak en büyük korkumuz olmuş.
bugün bir çocuk doğsa, doğduğu için küfreder vaziyete geldik. bu dünyaya çocuk mu getirilir ya hu? der geçeriz.

evet ya ben inandım. kırık düşler ülkesiyiz.

sözlükçülerin başından geçen doğaüstü olaylar

sabah uyandığımda ellerimde kına olması.

lise zamanlarıydı ve günlerden cumartesiydi, biraz geç uyanmıştım ve hala uyku sersemiydim, kardeşimle annem bahçede kahvaltı hazırlamıştı. ellerimi yıkadım ve hep beraber sofraya oturduk daha yeni oturmuştum ki kardeşimin ellerine kınamı yaktın sorusuyla resmen uykudan uyandım, ellerime bi baktım bildiğin kına yakılmış başka birşey desem mümkün değil kokusu, rengi, herşeyle kına. yatmadan önce de ellerimde herhangi birşey yoktu olsaydı da zaten evdekilerden birisi mutlaka görürdü, benim şok olmamla beraber onlarda şok oldu çünkü ilk başta benim yaptığımı sanmışlardı.

en ilginç olanıysa annemin elimde gördüğü kınadan sonra bize anlattığıydı.

bir gün önce teyzem bize geliyor komşusunun bi sabah ayağında kınayla uyandığından bahsediyor annemse hadi canım olurmu öyle şey bi yere sürülmüştür farkında değildir diyor. başıma gelmese bende öyle söylerdim zaten ama tam bu konuşmanın yapıldığı günün ertesinde benim başıma gelmesi gerçekten ilginç mutlaka bu olayın bilimsel bir açıklaması vardır ama konuşmanın ertesi günü olması manidar.

mutluluğun sırrı

nacizane birkaç önerim var bu konuda.

tatlı dilli ol, az ye, iyi uyu, doğru nefes al, düşün, şık ol, cesur ol, metanetini koru, doğru bakış açılarını içselleştirmeye çalış, sağduyunu kaybetme, hoşgörülü, para kazanırken karakterini satma etiğin olsun, altın ve gümüş al, para harcarken iki kere düşün, her akıl verene inanma.

En önemlisi de...
"çiçeklerle dolu bir bahçe, kitaplarla dolu bir ev"

30 yaşında bekar kadın

açıkçası bu biraz zor bir durum. 27 yaşındayım. hiç evlenmedim. bunu düşünmedim ve düşünmüyorum da. anne olmak da istemiyorum.

aslında zor olan kısım bu değil. etrafınızdaki insanların sizi hatalı, defolu, kırık, bozuk, kesin bir sorunu var, gibi saçma sapan sıfatlarla yaftalıyor oluşu. neden evlenmemişim şimdiye kadar? neden evlenmeyi düşünmüyormuşum? sevgilim de mi yokmuş? varsa onunla neden evlilik düşünmüyormuşum, yoksa neden sevgili yapıp evlenmiyormuşum? acele etsem iyi olurmuş, yaşım da geçiyormuş. iş işten geçermiş yoksa. evde kalırmışım, kız kurusu muymuşum?

iş hayatının içindeyken bütün bu sorulara cevap vermek zor. sevgilim var desen, ne zaman evleneceksiniz? evlenmeyi düşünmüyoruz desen, aaaa niye ki sevgili sevgili nereye kadarmış.

herkesin hayatınız üzerine sizden çok fikri var. insanlar dedikodu yapmak için malzeme arıyorlar. nereden aşağılasam nereden bel altı vursam diye fırsat kolluyorlar. kaç yaşına gelmişim artık sahibim belli olmalıymış. sanki evcil hayvan sahiplendiriyor pezevenk..

kendini tek bir cümle ile anlat

“bir cümleye sığmam”

erişte

yazın yapılır taze taze...
sonra havalar soğur.
artık balkonda oturulmayacak kadar soğuduğunda hava, pencere önündeki masada yersin yemeğini.
hava soğudu demiştim ya, soğuk havada en güzel erişte yenir.
sıcak sıcak.
böyle suyunu iyi ayarlamışsın ve güzelce çekmişse suyunu, koyarsın tabağa.
dumanı üstünde gelirsin pencerenin yanındaki masana.
biraz peynir üstüne...
çok değil birkaç dakikaya o peynir de salar kendini eriştenin sıcaklığına...
ağzın yana yana atarsın hemen birkaç kaşık...
nasıl da lezzetlidir.
erişte bu, tek başına yenmez.
ondan önce tarhana çorbası içmiş olman lazımdı.
içmedin mi?
üff bak şimdi...

dolar alanlar vatan hainidir

işveren maaşı dolarla veriyor, almayalım mı?

içinden geçenleri yaz

umudunu kaybetme, dünyada güzel insanlar hala var. nerede ne zaman karşına çıkacağı belli olmaz. belki uzun zamandır aradığın muhabbeti, belki sıcaklığı, belki özlemi bulacaksın. ve belki tüm kara bulutlarını bir anda dağıtacak ve seni hayata yeniden bağlayacak...